7 Ekim 2008 Salı

Kemaliye History

Kemaliye (formerly Eğin) (Armenian: Ակն, Latinized Armenian Ağn) is a town and one of the 9 districts of Erzincan Province in the Eastern Anatolia region of Turkey. The town was re-named Kemaliye after the foundation of the Republic of Turkey, in honor of Mustafa Kemal Pasha, although former name of Eğin is still known and used locally and sometimes even beyond. It has a population of a little less than 10,000 people. She was part of Elazığ Province until 1926 and Malatya Province between 1926-1938.
Kemaliye is famous for its historical houses which have a unique architecture. The town also has one of the best views commanding the river Euphrates along its route, the river crossing right through the urban zone. Kemaliye is one of the most suitable and favored rafting routes on the river. Its honey is also famous.
Situated in a region defined by steep lines along the gorges of Euphrates, the industrial development in Kemaliye is rather modest and the agricultural land scarce. Exports of forestry products partially compensate for these, as well as the rising resources of recent years provided by tourism. Many of the old houses in Kemaliye have been restored along original features, and the town starts to attract an increasing number of visitors, either through the land route or through the river whose section around Kemaliye is popular among rafting fans. Hand-made production of a number of crafts products, made especially in iron, also remains vivacious.
Bay window of a Kemaliye house

Bay window of a Kemaliye house
Kemaliye has traditionally been a cradle of outside immigration, especially to İstanbul, creating organic ties to Turkey's former capital where certain crafts and trades, such as the meat industry, were reserved, sometimes by means of imperial decrees, for natives of Erzincan Province since centuries. The trend continues today, although thanks to improving general awareness of the town's natural and architectural attractions, assisted by the presence of sizable and active communities of natives abroad, there is an increasing movement of visitors towards Kemaliye as well.
The city of Eğin was founded by Armenians who had migrated there from Iran. In 1896, the city was evenly divided between Armenians and Muslims (Turks and Kurds). The city was recognized for its wealth.


2 Ekim 2008 Perşembe

Kemaliye'de Evler ve Kapılar

Osmanlı, dönemindeki adıyla Eğin; çağlar boyunca Anadolu topraklarına egemen olmak için savaşan devletler arasında doğal sınır oluşturan Fırat Nehri'nin yukarı bölümünde, Karasu Kolu kıyısında konumlanmış bir küçük ilçedir. Bölgede çoğu zaman yalçın kayalıklar arasında sessizce akan Karasu'nun az da olsa genişleyen vadisine ilişmiş; ama asıl varlık nedeni dağın eteğinden çıkarak nehre ulaşan Kadıgölü su kaynağı da yerini almış. Yazılı kaynaklara göre Kemaliye'nin tarihi 11. yüzyıla kadar uzanıyor.Bölgenin tarıma elverişsiz arazi yapısı ve ana ticaret aksına uzak konumu, Kemaliye halkının sosyo-ekonomik ve kültürel yazgısı üzerinde önemli rol oynamış. İlk olarak Çelebi Sultan Mehmet zamanında Osmanlı egemenliğine giren Eğin özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında çok önemsenmiştir. Yavuz Sultan Selim, sosyal ve kültürel önlemler almış, Kafkasya'dan gelen aileleri Eğin'e yerleştirerek, geçimlerini sağlamaları için İstanbul'da et satışını yönetmek üzere bir ferman vermiştir. Fermanda "Eğin ve 19 pare köyüne..." deyimi bulunmaktadır. Daha sonraları IV. Murad döneminde odun ve kömür kethüdalığı da Eğin'e verilmiştir. Eğinliler’in büyük şehirlerde genellikle kasap ve kömürcü olmalarının temelinde bu konunun önemli bir yeri vardır. Eğin, XIX. yüzyılın ilk yarısında Harput'a ve 1878'de Mamuret-ül-Aziz (Elazığ) vilayetine bağlanmıştır. Daha sonra Malatya'ya bağlanan Eğin'in adı 1922 yılında TBMM icra vekilleri tarafından Kemaliye olarak değiştirilmiş, 11 Mayıs 1938'de ise Erzincan'a bağlanmıştır.






Kemaliye XIX. yüzyıl sonlarındaki mimari dokusunu günümüze aktarabilmiş az sayıdaki yerleşimlerden biridir. Eğimli vadinin setlendirilmesi ile oluşan yerleşim dokusu, nehirden itibaren bağ ve bahçelerle yükselmeye başlar; çarşı, cami, kilise, kamu binaları, eğitim yapıları ve evlerden oluşan çevre ile devam eder; vadinin bir duvar gibi dikleştiği çizgide yapılanma ve yeşil doku son bulur. Yerleşim bugün özellikle geleneksel konut dokusu ile kimlik kazanıyor.


Dut, ceviz, çınar, kavak ağaçlarının oluşturduğu yoğun yeşil doku içinde yer alan bu evler, doğal çevre ile mimari arasındaki uyumun en güzel örneklerini sergiliyor. Araziyi ekonomik kullanma, sert kara iklimi gibi etkenler kübik, masif yapı biçimini; yatayda yayılan tek katlı plan yerine, düşeyde yükselen üç, dört hatta beş katlı plan düzenini zorunlu kılmıştır. Eğimli araziye yaslanan evlerde, her kat kendi seviyesinde sokak veya bahçeye açılarak -üst üste olmasına karşın- dış çevre ile doğrudan ilişki kurabilir. Sosyal ve etnik farklılık gözetilmeksizin her evde yazlık ve kışlık oturma odaları “Divanhane (sofanın oturma bölümü)”, konuklar için “Selamlık ve Kahve Ocağı”, “Tandır” yeri -mevsimlik yiyeceklerin hazırlandığı büyük mutfak-, günlük mutfak, kiler, soğuk depo, hela, ahır ve samanlık gibi mekanlar yer alır. Varlıklı kişilerin evlerindeki farklılık ise bu mekanların sayısı, katlara dağılımı ve boyutlarında gözlenir. Evin, “Direkli Oda” denilen selamlık odaları ayrı giriş ve servis mekanları ile evin diğer bölümünden ayrılmıştır. Eğin evlerinde tüm oturma mekanları manzaraya, yani Fırat'a bakar. Eğimli arazide set set oluşmuş yapılanma, evlerin birbirlerinin manzarasını kapatmasını önler. Bu manzaraya bakan doğu yönünde, evin diğer cephelerine oranla çok sayıda pencere, vitraylı tepe pencereleri, her katta daha ileriye taşan cumbalar yer alır. Ayrıca, oturma mekanları arasındaki hiyerarşiyi bile bu cephedeki çıkma düzeniyle kavramak olasıdır.


Yaz boyunca oturulan ortak mekan “Divanhane”, cephede dışarıya en fazla çıkma yapar, bunu selamlık ve odalar izler. Aynı cephede simetrik biçimlenme de dikkati çeker. Düşey, prizmatik, masif kütlenin yapım sisteminde taş ve ahşap malzeme kullanılmıştır. "Hımış" adı verilen arası kerpiç dolgulu ahşap dikmelerin üzeri düşey olarak son derece nitelikli çam tahtaları ile kaplıdır. Ahşap kaplamaların etekleri fisto biçiminde iç ve dışbükey eğriler veya yalın oyma motiflerle bitirilmiştir. Bu ahşap kaplı cephedeki düşey dikdörtgen pencerelerin, ahşap kapaklarındaki dövme demir açma kapama ve sabitleştirme elemanları motiflerle bezelidir. İki yana veya üç yöne açılan kapaklar kapandığında odalar yalnızca tepe pencerelerinden ışık alır. Ahşap cephe yüzeyini üstte saçak, yöreye özgü adıyla "Süvüng" sınırlar. Yatay ve düşey ahşap elemanlardan oluşan saçak, aynı zamanda bir balkon korkuluğudur. Çünkü evin "Rıhtım" adı verilen deretaşı kaplı düz damı, diğer adıyla "Yetme", üzerinde gezilen bir üretim alanıdır. Pestil, tarhana, dut, elma, reyhan evin bu en üst kısmında kurutulur. Ayrıca aynı katta depolama ve yazın oturma işlevli kapalı mekanlar da bulunur; buraya "Kaçak" denir. Eğin evlerinde dikkate değer bir cephe elemanı da kapılar ve kapı tokmaklarıdır. Bu dövme demir tokmaklarda iki eleman bulunur: Birincisi, erkeklerin kullanımı içindir ve vurulduğunda kalın ve tok ses verir, ince ses vereni ise kadınlar kullanır. Anadolu'nun farklı geleneksel konut bölgelerinin kesişimindeki konumuyla Eğin Evleri, mimarisinde yerel kültürel öğeleri barındıran; ancak plan örgütlenmesi, kütle düzeni ve yapısal özellikleri ile Osmanlı Dönemi'nin geliştirdiği kentsel konut geleneğinin özgün örnekleri arasında yer alır.


Kaynak: floor.com.tr'dan alıntı



Kemaliye Tarihçesi





Fırat ve Dicle vadilerinin genellikle Pers egemenliğinde olduğu dönemlerde Kemaliye'de (Eğin) Pers egemenliğinde kaldı. Eğin, daha sonra başlayan Roma devri ve onu takiben Bizans dönemini yaşadı. İslamiyetin yayılmaya başlamasıyla birlikte Arap orduları bölgeye akınlar düzenlediler ve Hz. Ömer evladından Emin Ömer Bin Lokman tarafından Eğin islam egemenliği sınırları içine katıldı. Daha sonra Malazgirt Meydan Muharebesi ile bölge Türklerin eline geçti ve Selçukluların Anadolu'ya hakim olmaları ile birlikte Selçuklu Egemenliği başladı.İlk olarak Çelebi Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Egemenliğine giren Eğin'e, bilhassa Yavuz Sultan Selim zamanında çok önem verilmiştir.Yavuz Sultan Selim, sosyal ve kültürel önlemler almış, Kafkasya'dan gelen aileleri Eğin'e yerleştirerek, geçimlerini sağlamaları için İstanbul'da et satışını yönetmek üzere bir ferman vermiştir. Fermanda "Eğin ve 19 pare köyüne ..." deyimi bulunmaktadır. Daha sonra IV.Murad döneminde odun ve kömür kethüdalığıda Eğin'e verilmiştir. Kemaliyelilerin büyük şehirlerde genelde kasap ve kömürcü olmalarının temelinde bu hususun önemli bir yeri vardır.Eğin, XIX.yüzyılın ilk yarısında Harput'a ve 1878'de Mamuret-ül-Aziz (Elazığ) vilayetine bağlanmıştır. Daha sonra Malatya'ya bağlanan Eğin'in adı 1922 yılında TBMM icra vekilleri tarafından kemaliye olarak değiştirilmiş, 11 Mayıs 1938'de ise Erzincan'a bağlanmıştır.Kemaliye nüfusu XVI. yüzyıldan itibaren artmış, XIX. yüzyılda duraklamış ve XX. yüzyılda ise giderek azalma göstermiştir. 1890 yılında nüfus 19 bin olarak bilinmektedir. Büyük kentlere, özellikle İstanbul ve Ankara'ya göç nedeniyle, nüfus 3.000'e düşmüştür.





EĞİN (Bugünkü adı: Kemaliye), Erzincan iline bağlı bir ilçe. E. adının Ermenice Agn, Akn "kaynak" kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Kasabanın üst başında bulunan ve Kadıgölü adını taşıyan bir kaynak, çevrenin bahçelerini sulamakta, çeşmelerini beslemekte ve değirmenlerini işletmektedir. E., Fırat'ın Karasu kolu üstünde, sağ kıyıda, batı yönünde kurulmuştur. Doğudan Munzur silsilesi, batıdan ise Sançiçek Dağlan ile çevrili olup, denizden 825-900 m. yüksekliktedir. Kasabanın içinden Malatya-Divriği yolu geçtiği gibi, İliç İstasyon u vasıtasiyle Sivas-Erzurum demiryoluna da bağlı bulunmaktadır.Eğin'in Roma -Bizans devrinde Armenia temine bağlı Satale (Sadağ Şebin Karahisar) Melitene (Malatya) askerî şosesi üzerinde önemli bir karakol olan Teukila-Theukira olması kuvvetle muhtemeldir. Bu bölgede Raurici veya Rau Raci adlı bir kelt kabilesinin yaşadığı ve Aauracalı Hag. Eustratios'un bölgeyi Hıristiyan dinine kazandırdığı bilinmektedir. Ayrıca bu karakol, Daskousa'da karargâh kurmuş bulunan II. Ulpia Auriana alayına bağlı birliklerin kontrolü altında bulunuyordu.Eğin'in asıl kuruluşu bölgeye Ermenilerin yerleşmesiyle olmuştur. Kasabanın IX. yüzyılda Paulikanlarm yerleşmesi sırasında bunların başkanı Karbeas tarafından kurulmuş olduğu yolunda bir söylenti daha vardır. Bizans devrinde bölgedeki halkın bir kısmının Yakubî Hıristiyan, bir kısmının da Ermeni olduğu bilinmektedir. Ancak Müslüman Arap ve Bizans mücadelesi başladıktan sonra E. ve çevresi, savaş alanı haline geldiğinden yerli halk dağılmış, gerek Araplar, gerek Bizanslılar tarafından devamlı tehcir ve yerleştirme olayları cereyan etmiş olduğundan otokton halk kaybolmuştur. 656'da Habib b. Mesleme komutasındaki Arap orduları bölgeyi kuşatınca Yakubî olmaları dolayısiyle Bizans İmparatorluğu'nca baskı altında tutulan ve Aramı dille konuşan yerli halk, Müslümanları bir kurtarıcı olarak karşılamıştı. Müslüman Arapların 712'de bölgeyi boşaltmaları üzerine Plippikos, yerli Yakubî halkı buradan sürmüş ve yerlerine Ermenileri iskân etmiştir ki, Teucila'nın E. olarak adlandırılması da bu tarihlere rastlamaktadır. Bundan sonra E., bütün Sügur-i İslâmiye topraklan gibi iki yüz yıldan fazla bir zaman için Bizans ve Arap ordulannın mücadelelerine sahne oldu. Bu savaş­lar bölgenin gelişmesini engelleyen başlıca faktör oldu.1058'den sonra yeni bir kavim bölgeye girmiş bulunuyordu. Bu tarihte İbrahim Yınal'ın maiyetinde iken isyan ederek ayrılan bir kısım Türkmen boyları Kemah'tan sonra E.i işgal ederek Malatya Ovası'na inmişlerdi. 1100 yılına kadar yarım yüzyıl boyunca E. çeşitli Türk boylarının ve komutanlarının uğradığı kalelerden biri oldu. Bu tarihte ise kale kesin olarak Gümüş Tigin eliyle Türk hâkimiyetine katıldı. Bundan sonra bir süre Danişmendlilerin Malatya koluna tabi olan E., 1106'dan itibaren Anadolu Selçuklu Sultanlığı'na bağlanmıştı. 1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra Moğol hâkimiyetine girdi. Bir süre de yerli Türkmen ve Moğol beyleri ile Mısır Memluklerinin etkisi altında kaldı. Nihayet Yıldırım Beyazid zamanında Osmanlı hâkimiyetine girdi.İmparatorluk devrinde E., Sivas eyaletinin Arapgir sancak beyliğine bağlı kadılıklardan biri olarak yönetilmişti. Askerî bakımdan Sivas beylerbeyinin hükmünde ise de, vergi bakımından Malatya muhassıllığına bağlı bulunuyordu. Bu özel durum E.in kendiliğinden Osmanlı yönetimini seçmesinin bir karşılığı olarak meydana gelmiş ve halkın büyük bir kısmı da çeşitli vergi ve resimlerden affedilmişti.XVII. yüzyılda E., bağ ve bahçeler arasında, 1000 kadar evli, bayındır bir yer olarak tanıtılmaktadır. XIX. yüzyılda E.i ziyaret eden Moltke, şehrin yeşüikler içinde şirin bir yer olduğunu, Müslümanların tarım ve hayvancılıkla, yerli Ermenilerin ise ticaret ve sanatla uğraştıklarını, kasabadaki tezgâhlarda ince pamuklu ve ipekli dokumalar dokunduğunu, hamam takınılan, yazma ve mendillerinin meşhur olduğunu anlatır. Tanzimattan sonra uygulanan yanlış ekonomik sistem ve kapitülasyonlar E.deki bu sanayii öldürmüş ve belde gittikçe fakirleşmiştir. Bunun sonunda E. ve çevresi halkı gurbetçilik bakımından önde gelen kimseler olmuşlardır.


Amerika'ya kadar dünyanın her yanında hamallık, kasaplık, bakkallık, kalfalık, sarraflık ve ticaret için dağılan E.liler hayatlarını ancak sağlayabilmişlerdir. Öte yandan idari yönden de E., önce Harput vilâyetine, daha sonra yeniden tensik edilen Mamuretülaziz vilâyetine bağlanmış, Cumhuriyet devrinde ise adı Mustafa Kemal Paşa'nın adına göre değiştirilerek Kemaliye'ye çevrilmiştir.Kamus ül Âlâm'da, Kemaliye'ye ilişkin şunlar yer almaktadır:"Mamuret ül-Aziz (Elaziz) Vilayeti'nin Harput Merkez Sancağı'na bağlı bir ilçedir, dağlık arazisine karşın, bol meyve yetişmektedir, l rüşdiyesi, l Ermeni kilisesi vardır. Kasaba'nın 10.000'e yakın nüfusu vardır. Arapgir Bucağı ve köyleriyle birlikte nüfusu 36.000'i bulur. Bu nüfusun 10.000 kadan Hıristiyan, geri kalanı İslâm'dır, Hıristiyan nüfusun çoğunluğunu Ermeni, Müslümanların çoğunluğunu Türkler oluşturuyorsa da, Kürt aşiretler de vardır.*Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Eğin'e de yer vermiş bu kent hakkında izlenimlerini dile getirmiştir. Bunlardan kısa bir bölümünü veriyoruz:"Cihanrıûma" ve Evliya Çelebi "SeyahatRâme"sinde, Eğin, bol meyve yetiştirilen, bağlık bahçelik bir kasaba olarak zikredilir. Evliya Çelebi, Eğin'in Sivas eyaletine bağlı bir kaza olmakla beraber, köylerindeki reayanın tekâlifi örfiyesinin Malatya muhassılı tarafından toplandığını, kalesinin Çelebi Sultan Mehmed tarafından alındığını ve orada yaşayan 300 kadar Hıristiyan'ın vergiden muaf tutulduklarını kaydetmektedir. *Eğin halkından izlenimleriyle ünlü Alman yazar Moltke, 8 Nisan 1839 tarihli "Türkiye Hatıraları" adlı kitabında Eğin'i, Asya'daki en güzel şehir olarak tanımlamıştır. Moltke o tarihlerde Osmanlı ordusunda danışman olarak görevlidir. Eğin'in Amasya'ya benzediğini ancak daha havadar olduğunu ifade etmiştir.Kitabının Eğin kenti ile ilgili izlenimlerinden 246-247 sayfalarını alıyoruz:"EĞİN. Gece bastırdığından yakındaki güzel Hapanos köyüne varabilmek için yeniden oldukça yükseklere tırmanmak zorunda kaldık. Parlak bir ay ışığı vardı. Fırat tâ aşağımızda parlıyordu. Ertesi gün hemen hemen nehirden dik olarak 1500-2000 ayak yükselen kaya duvarı yaya yolundan atla gitmek gibi bir zevke eriştim. Bu yoldan yavaş yavaş aşağı doğru indik. Vadinin keskin bir dönemecinde sonsuz zikzaklarla sarp sırta varınca insan önünde yeniden Fırat vadisini ve tâ aşağıda Eğin şehrini görüyor.Bu şehirle Amasya, benim Asya'daki gördüğüm en güzel yerler. Amasya, daha garip ve hayret verici fakat Eğin, daha muhteşem ve güzel. Burada dağlar daha muazzam. Nehir daha önemli.Aslında Eğin, birbirine ulaşmış bir sürü köylerden meydana geliyor, bütün evler ceviz, dut ağaçlan, kavaklar ve çınarlarla gölgelenmiş bahçelerin ortasında olduğu için şehir büyük bir alanı kaplıyor.Yukandan görüldüğü .zaman tamamiyle vadide imiş gibi, fakat nehrin kenanna varılınca evlerin bir kısmının yukanda çeşitli ve garip şekilli taşlık ve kayalıklann üzerinde kurulduğu ve vadinin dik yamaçlarının 1000 ayak yüksekliğe kadar meyve bahçeleri ve bağlarla örtülü olduğu görülür.Birçok küçük sular dağdan aşağı çağlayarak iniyor. Bunlardan birinin üzerinde beş değirmen saydım. Her değirmenin çatısı ötekinin tabanı hizasında idi. Öyle ki, su bir çarktan öteki çarka dökülüyordu. Ağaçların çiçek açma zamanında yukandan görünüş anlatılamayacak kadar güzel olacak.

Eğin, Ermenilerin baş şehridir. Asya'nın uzak bu köşesindeki bu derbende Ermeni Sarraf yani Banker Eğer Paşa yani patronu ona bir iki milyon kuruş borçlu kalır ve kendisi de alış-verişinden bir o kadar kârla çekilirse çünkü hesabı üç dört milyon fazla yazmıştır. Hazinelerim kaçınr. Kalfa, yani yapı ustası, bakkal, yani yiyecek satan, hamal yani yük taşıyıcı, hep buraya dönerler, çünkü uzun zamandan beri âdet Eğin'den bütün genç erkekler o sene için baş şehre gelmeleri orada vebadan ölmeleri ve yahut zengin olarak kayalık vadilerine dönmeleridir.

Kemaliye Evlerinin Özellikleri




Kemaliye evleri, "Hımış" yapım tekniğindeki konut mimarisinin Doğu Anadolu eşiğindeki sınırında yer almaktadır. Bu yapım yönetimin özellikleri doğrultusunda ana kat düzeyine kadar ahşap hatıllı moloz taş,ana kat ve kaçak katı ise kerpiç dolgulu ahşap karkas olarak inşa edilmiştir. Benimsenen bu yapım yönetemine bağlı olarak da kullanılan gereçler taş, ahşap ve kerpiçtir.
Yapım yönetiminin seçiminde yerel yapı gereçlerinin yönlendiriciliği göz önüne alınarak, Kemaliye evlerinin bütünüyle taş yapılar olarak da karşımıza çıkması yadırganmayacak bir sonuç olabilirdi. Ancak, yerleşme çevresinin doğal gereci olan taşın yanısıra, evlerin yapıldığı dönemde uzak olarak nitelendirilebilecek alanlardan özellikle Refahiye ve Kemah'tan ahşabın getirilerek, yapımda yoğun bir biçimde kullanılmasında Fırat su yolu ana etken olarak gösterilebilir. Refahiye ormanlarından elde edilen 6.50-7.00 m. uzunluğundaki çam ve ceviz tomrukları Kemah'ta sallar haline getirilerek Fırat Nehri'ne bırakıldığı ve suyun akış yönü doğrultusunda Kemaliye'ye ulaştığı, keresteye çevirme işleminin ise ilçedeki marangozhanelerde yapıldığı yapı ustaları tarafından söylenmektedir. Ahşabın evlerde yoğun biçimde, hatta İstanbul dışında, hımış sisteminde yapılmış evlerde örneğini bilmediğimiz cephe kaplaması olarak kullanımını kanımızca yalnız sağlanabilme olanağı ile değil, halkın sosyal ve ekonomik düzeyi ile açıklamak zorunluluğu vardır. Evlerin yapım yıllarında İstanbul ile doğrudan ve süreklilik içeren ilişkilerin öncelikle ahşabın cephe kaplaması olarak seçilmesini etkilediğini, önemli bir sonuç olarak ortaya koymak gerekir. Diğer yandan V.Cuinet'in "ülke için bu rakam oldukça büyük bir miktardır" vurgulamasıyla verdiği 3000-5000 lira ev değeri, halkın ekonomik gücünün göstergesi olarak da bir sonuç niteliği taşımaktadır.


























Arazinin çok eğimli yapısı, yapılanma zorluğunun yanı sıra inşaat sürecindeki bazı güçlükleri de birlikte getirmiş olmalıdır. Bu bağlamda, taş duvar yapım yönteminin niteliği; yapının sağlamlığı ve arazi ile uyum açısından çok önemli olmuştur. Geleneksel Türk evindeki zemin katlarda taş duvar uygulama ilkesi, yukarıda sözü edilen zorunluluklara bağlı olarak Kemaliye evlerinde ana kat ve giderek dam düzeyine kadar yükselebilmekte, buna karşılık alt katın ön cephe yüzeylerinin de taş duvar yerine ahşap karkas olduğu örnekle ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle, özellikle yan cephelerde, işlevsel gerekliliğine göre inşa edilmiş taş duvar yüzeyleri ile ahşap karkas duvar yüzeyleri kesin düşey ve yatay sınırlarla ayrılmayan organik bir ilişki düzeni içindedirler.
Yapıldığı dönemde yaşam, hizmet ve üretim mekânı olan Kemaliye evlerinin tasarım programım yönlendiren; sosyo-kültürel ve ekonomik konumunun belirlediği ilişkiler düzeni içinde, ailenin günlük yaşantısında tekrarladığı eylemler bütünü olmuştur.



Eğimli arazinin güç ve sınırlı yapılanma koşullan doğrultusunda, iki veya daha fazla katlar halinde/düşeyde gelişen evlerde; yapının eğim ile ilişkisine ve manzaraya yönlenmesine koşut olarak tek cephenin egemenliği söz konusudur. Genellikle ön cephe olarak tasarlanan bu cephenin simetriği olan arka cephe ise oturma birimlerinin yerleşimi için pek uygun olmayan bir konumdadır. Bu nedenle her kat planında, genellikle ön kesimde oturma birimleri, arka kesimde ise servis mekânları yer alır. Bunun yanı sıra arazinin eğimi, evlerin kaçak katı dışında her düzeyinin dış çevre ile doğrudan ilişkisini sağlamıştır. Aynı zamanda katların bağımsızlığını da olanaklı kılan bu durum, servis ve yaşama birimlerinin katlara birlikte dağılımını yönlendirici diğer bir etken olarak değerlendirilebilir.
Kemaliye evlerinin oturma birimleri arasında yer alan "Selamlık Odaları" işlevleri açısından ayrıca özellikler taşıyan mekânlardır. Bu mekânların; yapı bütünü içinde diğer mekânlarla birlikte örgütlenmesine karşın, kullanım olarak yalıtılma çabasının, işlevsel farklılaşmasına bağlanabileceği konusu bazı varsayımlarla açıklanabilir. Daha önce de değinildiği gibi ailenin genç erkeklerinin çoğunlukla kent merkezlerinde çalışmasıyla yaşamlarını, çevre dedikodularından uzak, evin içinde sürdürmeye özen gösteren hane kadınları için önemi artan mahremiyet olgusunun, selamlık oluşumunu zorunlu kıldığı düşünülebilir. Eve gelen erkek konuklar iç yaşama katılmadan ancak bu mekânlarda rahatça ağırlanabilirler.
Kemaliye evlerinde özelleşmiş mekanlar arasında, bir diğer oturma biri mi de "Divanhane" olup; manzara seyir yeri olarak belirgin bir işlev yüklenmiştir.Kemaliye evlerinde, kış mevsimi kullanımı için örgütlenmiş "Kış Odası" boyut ve donanım öğeleri ile diğer odalardan farklı özellikler gösterir. Ailenin kullanımına yönelik kış odaları l mağ genişlik içeren ve kareye yaklaşan boyutları ile oldukça küçük olup, genellikle taş duvarlı alt katlarda yer alırlar. Ayrıca ana katta konumlan- dırılan evlerde de dış duvarlarının taş olmasına özen gösterilmiş, bu nedenle de planın arka kesiminde oluşturulmuşlardır. Dış duvarlar üzerindeki pencere sayısı ve boyutu, soğuğu geçirme kaygısıyla en aza indirgenmiştir. Bu odanın işlevim belirleyen bir başka özellik de, seki altının seki üstüne doğru ilerleyerek mekânın ortasında kış aylanda ısınmayı sağlayan 'Tandır Kürsüsü"nün yerleştirilmesi için gerekli zeminin hazırlanmasıdır.



Geleneksel Türk evinde odaların işlevsel açıdan farklılaşmadığı araş tıncılarca benimsenen bir görüştür. Odanın, günlük yaşamın gerektirdiği olağan eylemlere cevap verebilecek donanımı veri olarak kabul edildiğinde bu görüş doğrulanmaktadır. Bunun yanı sıra odalar, evlerin ve giderek yerleşmenin sosyokültürel ve sosyo-ekonomik yapısının belirlediği eylemler doğrultusunda da işlevsel ve biçimsel farklılık gösterebilmektedir. Bu bağlamda Kemaliye evlerinde farklı işleve göre özelleşmiş oturma birimi "Selamlık Odası" olarak karşımıza çıkmaktadır.
Selamlık odası, işlevsel kesinlik içeren bir kavram gibi görünmekle birlikte, ev halkının günlük olağan yaşamı dışındaki sosyal ilişkileri doğrultu­sunda biçimlenmiş her mekân birden fazla olsa da böyle adlandırılmıştır. Selamlık odasının; plan düzeninden kaynaklanan bir tanıma oturtulmasından önce kullanım biçimi, mekânsal örgütlenmedeki yeri ve diğer mekânlarla olan işlevsel ve biçimsel ilişkisi açısından çözümlenmesi gerekmektedir.
Diğer mekânlar gibi yapı bütünü içinde yer almasına karşın, evin iç yaşamından belli öğelerle ayrılmış olan "Selamlık"; zaman zaman baş oda, kış odası işlevini de üstlenebilmektedir.




Kiler, soğukluk ve mağazalar: Kemaliye evlerinde depolama işlevine yönelik çeşitli mekanlara yapı bütünü içinde olmak koşuluyla yer verilmiştir. Meyve, sebze, tahıl, yağ, peynir, kavurma ve uzun süreli tüketim için hazırlanan yufka ekmeklerinin bozulmadan saklanmasını sağlayacak uygun sıcaklık ve havalandırma koşullarına sahip farklı mekânları oluşturulabilmesi için, kat alanlarının genellikle odaların konumlandığı ön kesim dışındaki bölümleri depolarla donatılmıştır. Kilerler dışındaki "Soğukluk" veya "Mağaza" adı verilen bölümler; en alt katın arka kesiminde yer alan veya daha aşağıya gömülen soğuk hava depolandır. Ayrıca ilçeye özgü bir uygulama ise, bu soğuk ortamın; mekânın tabanından sürekli su göçmesi sağlanarak elde edilmesidir.Dam (Yetme): Kemaliye evlerinde ana katın üstü eğimli bir çatı ile örtülmeyerek, kapalı ve açık mekânların örgütlenmesi sağlanmıştır: Yazlık yaşama ya da daha işlevsel bir yaklaşımla damdaki üretim eylemleri sırasında oturma ve kiler birimlerini içeren kapalı bölüm/"Kaçak"ın yanı sıra, yapı alanının yarısından daha büyük bir bölümü "Yetme" adıyla açık mekân olarak düzenlenmiştir. Yetme yalnızca bir örtü öğesi değil, yaz boyunca meyve ve sebze kurutmaya yönelik işlemlerin sürdürüldüğü işlevsel bir mekândır. Özgün durumuyla günümüze hiç örneği kalmamasına karşın, kaçağın üstünün de önceleri seyyar merdivenle ulaşılan bir açık servis mekânı olduğu söylenmektedir.




Ahır ve Samanlık (Merek): Hayvancılığın bir üretim biçimi olarak benimsenmediği Kemaliye evlerinde, ailelerin kendi tüketimleri için besledikleri inek, keçi, tavuk vb. veya gücünden yararlandıkları eşek, at, katır gibi hayvanların barınmalarına yönelik ahır ve samanlık (merek) birimleri yapının arazideki konumuna bağlı olarak tasarlanmıştır. İki kattan daha fazla yapılanma olanağı bulunan evlerin en alt katında bağımsız veya depo ve odunluk mekânları ile birlikte, iki katlı evlerde ise ya alt katın bir bölümü ya da yapıya bitişik ayrı bir mekânda çözümlenmişlerdir
Kapıdaki haremlik: 100-150 yıllık Kemaliye evleri, eğimli arazinin güç koşullarında, iki veya daha fazla katlar halinde inşa edilmiş. Eğimli arazi, evlerin her düzeyinin dış çevre ile doğrudan ilişkisini sağlıyor. Kemaliye evleri, geleneksel Türk evinin iç sofalı plan tipi olarak nitelendiriliyor. Evlerin kapıları da en az evler kadar ünlü. Gelenin kadın mı erkek mi olduğunu haber veren kalın ve ince sesli tokmaklar, bölgeningeleneklerine uygun olarak şekillenmiş.

Galeri